GO Blog | EF Blog Türkiye
Seyahat, diller ve kültür hakkındaki son haberler EF Education First'ten
Menu

EF Connects: Hülya Gülşen ve Çağla Irmak, Türk Tiyatrosu Sanatçıları

EF Connects: Hülya Gülşen ve Çağla Irmak, Türk Tiyatrosu Sanatçıları

EF Connects serisi dahilinde Türk tiyatrosu için yıllarını vermiş, Türk sanatının en değerli isimlerden birisi olan Hülya Gülşen ve son yıllarda yükselen bir değer olarak gönüllerde taht kuran Çağla Irmak ile tatlı bir söyleşi gerçekleştirdik. EF ile Londra’da 1 haftalık dil okulu macerasına atılan anne-kız, seyahat ve yabancı diller başta olmak üzere pek çok konuda görüşlerini bizimle paylaştı.

CAN ÖLKEN (röportör): EF ile dil öğrenme macerasına nasıl atıldınız? Olaylar nasıl gelişti?

ÇAĞLA IRMAK: İngilizce eğitim için yurt dışına gitmek zaten bizim aklımızda olan bir şeydi. Bir süredir dil okullarını araştırıyorduk. EF’in bu alandaki tecrübesine güvendik ve ilk adımı bu şekilde attık.

HÜLYA GÜLŞEN: Bir konuya kafayı taktığınızda tüm enerjinizi oraya veriyorsunuz ve o konuda yol alıyorsunuz. Son 6 ayımı bir uygulamadan İngilizce öğrenerek ve İngilizce konusunda ne yapabiliriz diye düşünerek geçirdim. EF ile konuşunca bu hayallerimizi gerçekleştirebileceğimiz bir kapı açılmış oldu bize.

CAN: EF’in 10 farklı ülke ve 20’den fazla şehirde İngilizce dil kursları mevcut. Siz neden Londra’yı seçtiniz?

HÜLYA: İkimiz de tiyatro sanatçısı olduğumuz için Londra bizim için çok cazip lokasyon. Biraz da tiyatro oyunu seyretmek istiyorduk açık konuşmak gerekirse. O deneyimi de yaşamış olduk.

ÇAĞLA: “Everybody’s Talking About Jamie” müzikaline gittik burada, hayatımda izlediğim en iyi performanstı!

CAN: Başka hangi ülkeleri gezdiniz?

ÇAĞLA: Almanya, İtalya, Fransa ve Avustralya’ya gittim daha önce. İsviçre’ye de gittim ama çok küçüktüm.

HÜLYA: Amerika, Rusya, Almanya, İsviçre gibi deneyimlerim oldu.

CAN: Özellikle ilginizi çeken, sizde iz bırakan bir kültür veya bir şehir oldu mu?

HÜLYA: Genellikle işim yüzünden turnelere gittim. Mesela Moskova turneleri çok cazipti. Tiyatronun dolu dolu yaşandığı bir şehir olduğu için Moskova diyebilirim. Sibirya’ya da gittim festival sırasında ve seyrettiğim oyunların tadına doyamadım.

ÇAĞLA: Ziyaret ettiğimde Berlin’den çok etkilenmiştim, kesinlikle yaşamak isteyeceğim bir şehir.

“Komedi müzikalinde ağladım!”

CAN: Aslında bu cevap beni bir sonraki soruma getiriyor. Farklı bir ülkede yaşama arzunuz var mı, var ise burası neresi olur?

ÇAĞLA: Evet, buna gönül rahatlığıyla Berlin diyebilirim. Londra ve Berlin gibi şehirlerin güzelliği ve beni çeken özelliği başka ülke ve kültürlerden insanları kabul etmiş olması. Yapabileceğiniz tek şey göçmen hissetmemeye çalışmak.

HÜLYA: Kesinlikle katılıyorum. Örneğin ben Amerika ziyaretimde göçmenlik duygusunu daha fazla hissetmiştim. İngiltere daha kucaklayıcı bir ülke hissiyatını veriyor size. Tarih ve tiyatro da çok çarpıcı olduğu için burada yaşamak daha cazip geliyor.

ÇAĞLA: Burada (Londra) sanat yapmayı çok iyi biliyorlar. Aşırı şaşırdığımız şeyler oluyor. Mesela tuvaletlere priz koymamışlar ama tiyatroda inanılmazlar. Sanatları teknolojik gelişimlerinin ilerisinde izlenimini veriyor.

HÜLYA: Her köşe başında bir tiyatro var ve tiyatro önündeki kuyruklar sokağa kadar taşıyor. Bizde büyük hayranlık uyandırdı sanata olan bu ilgi. Keşke biz de böyle şeyler yaşayabilsek diye düşündük. Duygusal anlar yaşattı bize buradaki vaziyet.

ÇAĞLA: Oyun ve seyirci o kadar güzeldi ki, ben komedi müzikalinde ağlarken buldum kendimi.

CAN: O halde burada performansı izlerken Türkiye’yle bir karşılaştırma yapmış oldunuz?

HÜLYA: İster istemez bizdeki durumla karşılaştırıyorsunuz burada gördüklerinizi. Bu konuyu ben Türkiye’de işleyebilir miydim diye düşünüyorsunuz. İnsanın canını acıtıyor bazı durumlar.

ÇAĞLA: Mesela şöyle bir şey vardı bizim izlediğimiz oyunda: Babası eşcinsel olduğu için çocuğunu kabul etmiyor ve “eşim bana gerçek bir çocuk doğuracak” diyor. Bunu duyunca tüm salon nefesini tutarak, onaylamaz biçimde bir tepki verdi. Bizde o kadar alışılmış bir durum ki ailelerin bunu reddetmesi, biz tamamen tepkisiz kaldık.

CAN: Baba veya aileyle aynı fikirde olduğunuzdan değil ama buna fazlasıyla alışmış olduğunuzdan bir tepki veremeden geçiyorsunuz bu tip durumlarda.

HÜLYA: Maalesef durumlar bu şekilde.

“Yurt dışı insanlara yeni fırsatlar sunuyor…”

CAN: Hazır bu kadar yurt dışının farklılıklarından konuşmuşken, sizce bir insan için yurt dışına çıkmak neden bu derece önemli? İnsanlara neden yurt dışına çıkmalarını önerirsiniz?

HÜLYA: Dünya vatandaşı olma yolunda adım atıyorsunuz. Gerçekten bu çok önemli.

ÇAĞLA: Klişe gelebilir ama yurt dışına gitmek ufkunuzu açıyor. Bambaşka bir kültür görüyorsun ve ait olmadığın bir yerde bulunmak insana farklı bir bakış açısı kazandırıyor.

HÜLYA: Beyin seni tatil ve keşif pozisyonuna getiriyor. Ve elbette bir özgürlük hissi oluyor. Yurt dışı sana yeni fırsatlar sunuyor.

ÇAĞLA: Buna liminoid davranış deniyor psikolojide. Turistler yurt dışında çıktıklarından kendi karakterlerinden biraz uzaklaşıp başka bir kimliğe bürünüyorlar. Beni bu cezbediyor; biraz da olsa kendin olmamak. Kendinden sıkılıyor bazen insan, bu şekilde başka biri gibi davranabiliyorsun.

CAN:  Sizin buraya gelişinizin en önemli sebebi daha önce de belirttiğiniz gibi İngilizce. Siz İngilizcenin dünyada ve kendi hayatınızdaki rolünü nasıl görüyorsunuz?

ÇAĞLA: Olmazsa olmaz. Artık bu saatten sonra İngilizce bilmeyen insan cahil kabul ediliyor.

HÜLYA: Ben bunun sıkıntısını çok yaşadığım için aynı sıkıntıyı kızımın yaşamasını istemiyorum. Hatta bir dil değil, iki dil öğrenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu açıdan dil okullarını gerçekten destekliyorum. Böyle bir şansı, özellikle de gençken yakalamışlarken kaçırmamaları gerek. Ben 50 yaşına geldim ve yabancı dil öğrenmekle uğraşıyorum. Daha önce çok yoğun bir iş hayatım olduğu için vakit bulamadım ama artık kendime zaman yaratıp bunu yapmak istiyorum. Okulda da en çok sevindiğim herkesin genç olmaması oldu. Sınıfın annesi durumunda değilim! Her yaş grubundan, her ülkeden insanla ders yapıyoruz.

ÇAĞLA: Mesela benim Uruguaylı bir arkadaşım oldu, hiç bu ülkeden biriyle tanışacağımı tahmin etmezdim.

“Dünya İngilizceyi ortak dil olarak kabul etmiş, bize düşen de bu dile hakim olmak…”

CAN: Peki sizce herkes aynı dili konuşabiliyor olsaydı dünya nasıl bir yer olurdu? Daha barışçıl bir tablo mu görürdük, yoksa daha çok birbirimize mi düşerdik?

HÜLYA: Avantaj ve dezavantajları olabilecek bir durum bana göre. Anlaşmak adına en önemli olan şey dil olduğu için hepimiz aynı dili konuşsak daha iyi anlaşabilirdik. Tabii bu sefer dünyayı zenginleştiren bazı farklılıkları kenara bırakmış oluyoruz.

ÇAĞLA: Aslında insanlık olarak İngilizceyi bir ortak dil olarak tayin etmiş gibiyiz. Bize düşen görev de bu dili öğrenerek tüm dünyayla iletişim kurabilmek. Elbette kendi kültürümüzü, edebiyatımızı görmezden gelemeyiz ama en azından bu ortak dili öğrenebiliriz.

CAN: İngilizce ve Türkçeyi kenara koyalım. Yarın sabah uyandığınızda farklı bir dil konuşabiliyor olacaksınız, hangi dili seçersiniz?

HÜLYA: İspanyolca. Neredeyse İngilizce kadar yaygın bir dil ve kulağa kesinlikle çok hoş geliyor. Biraz da Akdeniz insanını sevdiğim için onların dilini konuşmak isterdim.

ÇAĞLA: Ben Almanca seçerdim, o da Berlin’de rahatça yaşayabilmek için. Almanlar benim tecrübelerime göre İngilizce de biliyorlar ama asla konuşmayı tercih etmiyorlar. Söylenenleri anlıyorlar, ama yine de Almanca cevap veriyorlar. Onlarla sıkıntısız anlaşabilmeliyim!

“Türk tiyatrosu imkansızlıklar ile boğuşuyor…”

CAN: Genel olarak hayatınızdan bahsetmek gerecek olursa, sizi motive eden, size ilham veren şeylerden hangilerinin altını çizmek istersiniz?

HÜLYA: SANAT! İyi bir oyun, iyi bir müzik, iyi bir kitap

ÇAĞLA: Evet, tabii ki sanat. Mesela ben dünkü müzikalden aldığım ilhamı son 5 yıldır almamışımdır. Buranın ortalama sanat kalitesi bizim çok üzerimizde.

HÜLYA: Türkiye’de de çok güzel işler yapılıyor elbette ama arada bir imkan uçurumu söz konusu. İyi bir sahne gerçekten çok önemli. Akustiği iyi, seyircinin rahat edebileceği bir sahne çok fark yaratıyor. O kadar fazla imkansızlık var ki bizde…

CAN: Türkiye’de sanatın geleceğini ve kendi geleceğinizi nasıl görüyorsunuz bu imkansızlıklar arasında?

HÜLYA: Kendi geleceğimi Türkiye’de görmeyi çok istiyorum. Türkiye samimiyetle çok güzel bir ülke. Ben Türk tiyatrosu ve sanatın çok güzel zamanlarını yaşama şansını buldum. Kızım da benim mesleğimi seçti ama onun için parlak bir gelecek göremiyorum. Bu yüzden dil konusunda çok ısrarcıyım. Mesleğinden vazgeçmemesi adına çok iyi İngilizce konuşmalı. Yabancı dizilerde hep görüyoruz; farklı milletlerden insanlar Amerikan dizilerinde, İngiliz dizilerinde oynayabiliyor. O da bunu yapabilir.

ÇAĞLA: Kendi geleceğimden emin değilim ama bir çocuğum olursa daha iyi imkanlara sahip olması açısından çift vatandaşlıklı olmasını isterim. Biraz karamsar bir tablo görüyorum Türkiye’yle ilgili.

HÜLYA: Yeni nesil hayal kuramıyor maalesef. İşin en acı tarafı bu. Benim gençliğim hayal kurmakla, hayallerimi kovalamakla geçti. Ben son 10 yıldır hayal kuramıyorum. Genç nesilde de bunu görebiliyorum. Çağla hayal kuramadığımız bir dönemi yaşıyor. Yine de ebeveyn olarak hayal kurması adına gerekli desteği sağlamaya çalışıyorum.

CAN: Son sorum: Sizin için tanımsal olarak tatmin edici bir hayat nedir? Ömrünüzün sonuna ulaşıp geriye baktığınızda ne görmek istersiniz?

HÜLYA: Hedeflerimi gerçekleştirmek olmak. Ben kendimi bugüne kadar hedeflerimin birçoğunu gerçekleştirmiş olarak görüyorum, ancak hala pek çok hayal ve hedefim var. Onları da Çağla ile elde etmeyi umuyorum.

ÇAĞLA: Bol bol seyahat etmek, dünyanın çoğu yerini görmüş olmak… İnsan yeni kültürler tanıdıkça hayatına renk katıyor. Bununla birlikte kötü anılar da yaşamış olmak isterim ki bunlardan ders alıp büyüyebileyim. Kısacası renkli bir hayatım olsun istiyorum.

Hülya ve Çağla unutulmaz bir yurt dışı deneyimi yaşadılar. Sıra sizde!Bu maceraya hazırım!
EF GO blog bülteni ile seyahat, dil ve kültür hakkında en son haberleri alın.Beni kaydet

Dünyayı keşfedin ve yurt dışında bir dil öğrenin

Detaylı bilgi